
Gökçer Tahincioğlu’nu tanıyabilir miyiz? – Sizi sadece bir gazeteci ve yazar olarak değil, bu konuyu ele alan biri olarak da tanımak isteriz.
- Yazarların genellikle gazetecilik yapmış olduklarını küçükken görüp, “demek ki önce gazeteci olmalıyım” diyerek gazeteciliği seçmiş, hep iyi bir edebiyat okuru olmaya gayret etmiş, gazetecilik yaşamı boyunca hak ihlalleri konusunda sınırları zorlayan haberlere imza atmaya çalışmış ve nihayet roman yazmaya da başlamış biri diye özetleyeyim kendimi. Sabahattin Ali cinayetine özel ilgi duymam da aslında bu çerçeveden çıkıyor. Henüz roman yazmaya başlamadan önce faili meçhul cinayetler üzerine bir kitabı kaleme alırken Sabahattin Ali cinayeti üzerine de düşünme olanağı buldum ve aile ile temasa geçtim. Aldığım yanıt, “Yeni ne söylenebilir ki?” şeklindeydi. Bunun üzerine ben de bunun peşine düştüm, yeni ne söyleyebilirim.
Sabahattin Ali cinayeti üzerine yazılmış birçok eser var. Sizin anlatımınızın diğerlerinden farkı ne? – Kitabınız, önceki anlatılardan nasıl ayrışıyor ve yeni bir bakış açısı sunuyor?
- Sabahattin Ali cinayeti üzerine yazılmış çok eser olsa da bence bunları birkaç eserle sınırlamak yeterli. Geriye kalanların tamamı bu birkaç eserde verilen bilgileri özetliyor ya da hikayeleştiriyor. Asım Bezirci’nin Sabahattin Ali’nin hayatı ile ilgili yazdıkları, Kemal Çukurkavaklı’nın cinayetle ilgili söyleşileri başta olmak üzere bana kalırsa temel ve yeni söz söyleyen birkaç kitap var sadece. Benim romanım ise hem 75 yıl sonra yeni belgeleri içermesi hem de bir kurguyla bunları anlatması açısından yeni söz söyleyen bir kitap. Çabam da bunun içindi.
Gerçek ile kurmaca arasındaki çizgiyi nasıl belirlediniz? Okuyucuya neyi sorgulatmak istediniz? – Kurgu ve belgesel anlatı arasında nasıl bir denge kurdunuz?
- Tek başına kitaptaki belgeleri bir haber gibi aktarsam bu çılgın gündemde birkaç günde unutulacaktı. Tek başına bir kitap konusu yapsam etkililik düzeyi alacaktı. Bir kurgu içerisinden, Sabahattin Ali karakterlerine de can vererek bu belgeleri aktarmak, bir kurgu karaktere gerçek belgeleri buldurup, yayımlatmak istedim. Kurgu-gerçek dengesini de böyle kurmaya çalıştım. Belgeler gerçek ama belgelere ulaşma hikâyesi kurgu.
Cinayeti araştıran yazarın kendi hakikatini araması, Sabahattin Ali’nin yaşam mücadelesiyle nasıl örtüşüyor? – Kendi içsel yolculuğunuz ile Sabahattin Ali’nin yaşadığı süreci nasıl ilişkilendirdiniz?
- Benim içsel yolculuğum değil sadece… Toplumsal olan ile kişisel olanı buluşturmak bana kalırsa bize bir olanak yaratıyor. Toplumsal olanla kişisel olanın ne kadar birbiri ile bağlı olduğunu gösteriyor. Cezasızlık kültürü hem toplumsal alanda hem kişisel alanda hakim… Güç dengeleri, toplumsal yüzleşme yoksunluğu, hakikat arayışı da öyle. Bu nedenle bir yandan toplumsal bir cinayetin nasıl karanlıkta bırakıldığını, bir yandan da kişisel hayatı ilgilendiren bir cinayetin nelere yol açtığını ortak bir hattan ilerleyerek anlatmaya çalıştım.
Sabahattin Ali’nin öldürülmesi, Türkiye’de ifade özgürlüğü açısından nasıl bir dönüm noktasıydı? – Bu olayın günümüze yansımaları nelerdir?
- Romanın “yazı dizisi” bölümünde de aktarmaya çalıştım. Bana kalırsa kontrgerilla diye nitelendirilebilecek, Gladiovari yapıların Türkiye’deki ilk cinayetlerinden biriydi. Bir “korkutma-sindirme” cinayeti aynı zamanda. Komünist kimliğe sahip bir yazarın bu şekilde öldürülmesi ve tamamen faili meçhul bırakılabilecekken toplumun önüne bu cinayetin atılması aynı zamanda sosyalist kesime, topluma bir mesaj taşıyordu. Bu çizgi değişmedi. Devletin fail konumunda olduğu, gizli saklı bırakılmayan cinayetlerin tamamını bu çerçevede ele alabiliriz. Taşıdıkları bir mesaj var ve bir toplum mühendisliği faaliyeti söz konusu.
Sabahattin Ali cinayetiyle ilgili belgelere ulaştığınızda bunun bir duygu dünyası olduğunu düşündüğünüzü ifade ettiniz. Faili meçhullerle dolu bir ülkede, her meslekten insanın iç dünyasında neler yaşadığını ve adalet mücadelesinin öldürülenlerden çok geride kalanların hayatına nasıl yansıdığını anlatmaya çalıştığınızı söylediniz. Sizce, bu duyguların dönüşümü daha iyi bir dünyada yaşamak için nasıl bir rol oynuyor?
- Türkiye gibi ülkelerde duyguları tartışmaya zaman kalmıyor. Durmaksızın yeni bir adalet mücadelesi yürütmeye çalışıyorsunuz. Oysa kapanan kapıların ardında yaşanan hayatlar var. Çaldığınız hayat sadece öldürülen kişinin yaşamı ile sınırlı değil. Ve bu cinayetlerin en önemli nedenlerinden birisi toplumsal meşruiyet sağlaması. Cinayetin normalleştirilmesi, olağanlaştırılması. Özellikle bu düşünceye sahip olanlara diğer tarafın duygu dünyasının da anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Sabahattin Ali cinayetinden 75 yıl sonra hala bu cinayeti konuşuyor ancak bunun hayatlara etkisini konuşmuyorsak, eksik bahsediyoruz demektir. Duyguları anlatmamız gerekiyor. Meşruiyet zeminini ancak böyle kırabiliriz.
Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Hanım, ‘Yeni ne ortaya çıkartabilirsiniz ki bu konuda? Zaten bir sürü şey yazıldı, bunun üstüne ne koyabilirsiniz?’ diyerek bir tepki göstermişti. Bu sözler sizi nasıl etkiledi?
Sizce yıllardır süregelen anlatının üstüne nasıl bir katman eklediniz? Bu kitabı yazmaya karar verdiğinizde, önceki anlatılara bir katkı sunma fikri sizin için nasıl şekillendi?
- Başta da bahsettim. Başlangıçta beni biraz öfkelendiren bu yaklaşıma sonrasında sonsuz hak verdim. 10 yaşından bu yana bu cinayeti anlatmaya, aydınlatmaya çalışan bir insan vardı karşımda. Babasının ismi neredeyse bir rant alanına dönmüştü. Elbette sormakta haklıydı. Fişlenme belgelerinin ve beraberinde diğer belgelerin açığa çıkmasının Sabahattin Ali’nin son anına kadar yakın takipte olduğunu açıkça kanıtladığını düşünüyorum. Bu da bize bir ormanda, gece yarısı, bir insan kaçakçısı tarafından öldürüldüğü tezini sorgulama hakkı tanıyor. Bence de Filiz Ali haklıydı… Yeni bir söz söylemeden söylemenin anlamı yoktu, yok… Ben de yeni bir söz söylediğimi düşünüyorum.
Cinayetle ilgili bugüne kadar gün ışığına çıkmamış belgeleri romanın içine nasıl dahil ettiniz?
Bu belgeleri ortaya çıkarmak sizin için nasıl bir süreçti? Karşılaştığınız en büyük zorluk neydi? Yeni belgelere ulaştıkça anlatımınızı nasıl şekillendirdiniz?
- Benim için uzun bir yolculuktu. Belgelere ulaşmam 3-4 yılımı aldı. Ulaşmakla iş bitmiyordu. Belgelerin teyidini yapmam, Sabahattin Ali’nin yaşadığı kentlerde belgelerin de izini sürmem gerekti. Buna ek olarak kaynak taramaları ve basılmış eserleri okumak da ayrı bir zaman aldı. Tanıkları ölmüş, belgeleri yok edilmiş bir cinayetten söz ediyoruz. Üzerine örtülen, örtülmek istenen bir dosyadan. Bu nedenle ancak santim santim ilerlemek mümkün. Ben de belgelere ulaştıktan sonra üzerinde çalışmayı sürdürerek, bu belgelerin ne anlama geldiği konusunda da gazetecilik yapmaya çalıştım. Bütün bu aşamalardan sonra değerlendirme, nasıl sunacağımı düşünme aşamasına gelebildim. Bulduğum yol da kurgu içinde anlatmaktı.
Kitap boyunca cinayetin izlerini sürerken, kendi hayatınızla ilgili hangi keşifleri yaptınız? – Sabahattin Ali’nin hikâyesini takip ederken, sizin için kişisel olarak açığa çıkan önemli noktalar neler oldu?
- Kişisel hayatımla ilgili değil ancak hakikat arayışı her koşulda insanı etkiler. Benim için de kimi zaman sinir bozucu, kimi zaman hüzünlü, kimi zaman mutluluk vericiydi. Kimsenin bilmediği bir bilgiye erişmek, tanıştığım insanlar, bulduğum yollar. Bir yandan beni “Çekirdek hakikat” dediğim kavram üzerine düşünmeye zorladı bir yandan da bütün kişisel hayatların nasıl ikiyüzlülük üzerine kurulu olduğu konusunda düşünmemi sağladı.
Sabahattin Ali’nin edebi mirası, günümüz Türkiye’sinde nasıl bir yankı uyandırıyor? – Onun eserleri ve düşünceleri bugün nasıl karşılık buluyor?
- Maalesef bir miktar popüler kültür ürünü olarak ele alınıyor. Sabahattin Ali kitaplarının çok satması, çok okunması elbette mutluluk verici ancak arkasındaki fikir dünyası, edebi derinliği ne derecede tartışılıyor emin değilim. Ama yine de Sabahattin Ali bu kadar okunduğu görse büyük mutluluk yaşardı bana kalırsa.
Hakikate ulaşmak mümkün mü? Yoksa her anlatı, bir noktada eksik kalmaya mahkûm mu? – Kitabınız bir tür “eksik kalan hakikati tamamlama” girişimi mi?
- Hakikate ulaşmak mücadelesinin kendisi önemli bir çaba. Hacca gitmek isteyen karınca misali. Yürüyerek gidiyormuş ve gidemeyeceğini söyleyenlere, “varmasam da yolunda ölürüm” yanıtını vermiş. Bu çabaya girmeden arınmak, kendin olmak, istediğin yolda yürümek mümkün değil. Kendisine ulaşmak her zaman mümkün olmayabilir ama o yola girmenin kendisi büyük anlam taşıyor. Kitap da elbette bu konuda duvara bir tuğla koymak iddiasında. Umarım başarabilmiştir.
Sabahattin Ali’nin öldürülmesi bir dönemin kapanışı mıydı, yoksa hâlâ süregelen bir baskının sembolü mü? – Bu cinayetin, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yapısına uzun vadeli etkileri neler oldu?
- Bir dönemin başlangıcıydı bana kalırsa. Hrant Dink cinayetine baktığınızda Sabahattin Ali cinayetini görürsünüz. Bir başka cinayette bir başka cinayetin izini. Bir yol açıldı ve o yoldan ilerlendi.
Bu kitabı yazarken sizi en çok zorlayan şey neydi? – Yazım sürecinde sizi en çok zorlayan ve düşündüren konu neydi?
- Sanırım kurgu, belgelere erişmek dışında en zorlu süreçti. Kaç defa bozup yazdığımı anımsamıyorum. Dille ilgili karar vermek, bunu farklı katmanlarda aktarabilmek benim için yorucu bir süreçti. Ve elbette hakikati konu olan bir roman yazarken yaşadığınız yüzleşmeler de çarpıcı olabiliyor. Özetle romanın bütününün beni çok zorladığını söyleyebilirim.
Röportaj: Cavit Yoldaş

Şehirden kaçarken ilk durak Poyrazlar gölü

LoliTuz / Tadımlık Doğal Kaya Tuzu” Projesi, Avrasya Üniversiteler Zirvesi’nde Onur Ödülü Kazandı

Birgi Deresi öğrenciler tarafından temizlendi

İstanbul ve İzmir’de 1,5 ayda fazladan 2 bin ölüm! Örtülü salgın mı var?

Tire’nin şifası… Bu çorbayı içen anında ayağa kalkıyor

İzmir’de sıcaklık rekoru kırıldı